15 Temmuz’a Tarihsel Bir Bakış

15 Temmuz’a Tarihsel Bir Bakış
15/10/2024

15 Temmuz’a tarihsel bir perspektifle bakmak bugünü anlamada bir yol gösterici, bir rehber olacaktır. Bu nedenle sizi hafızalarınızın koridorlarında bir yolculuğa çıkaracağım. Ülkesi ve değerleri için cepheden cepheye koşup milletinin namusunu korumak maksadıyla canı pahasına mücadele eden asker, muktedirlerin “iktidar” ve siyasilerin “çıkar” hesaplarının kurbanı olmuş, öldürülmüş, sürgün ve hapsedilerek tasfiye edilmiştir.

Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılması

Vak'a-yı Hayriye olarak ironik bir isimlendirmeye sahip olan Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, bundan 200 yıl önce yaşanan, tarihimizin trajik örneklerinden biridir. O günkü siyasi kadroların temasta olduğu Fransız Ordusu'nun rehberliğinde yürütülen yenilenme çalışmaları, Fransız silah tüccarlarından alınacak silahlarla desteklenmek istenmektedir. Söz konusu yenilenmeye ayak direyebileceği düşüncesiyle hanedana tehdit olacağı değerlendirilen Yeniçeri, halk tarafından İstanbul sokaklarında katledilir ve sonuçta Ocak kapatılır. Taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmayan kitlenin katliamları neticesinde Yeniçeri Ocağı tarihe karışır. Halka, 400 yıla yakın süre devleti ayakta tutan, üç kıtada fetihlerle devleti ebed müddet kılan Yeniçeri'yi kötü göstermenin yolu olarak, Yeniçeri'nin Bektaşi şeyhlerinin emriyle hareket ettiği, bozgunculuk çıkarttığı, devlete isyan ettiği hikayeleri anlatılır. Halk, bağrından çıkardığı ve kaderini bağladığı kendi askerini yok ederek, geleceğini kurtardığına inandırılır ve ironik bir şekilde bu hadiseye Vak’a-yı Hayriye denir. Ancak bu vakanın ne kadar hayırlı olduğu ya da olmadığı ilerleyen dönemde anlaşılmıştır.

Asakir-i Mansure Ordusu

Savaş tecrübesinden yoksun, Müslüman halkı tatmin etmek için adına “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” denilerek kurulan yeni ordu, başta Ruslar'a karşı olmak üzere katıldığı savaşları ve sonucunda da geniş toprak parçalarını kaybeder. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasından sonra devletin içine düştüğü durum gerçekten içler acısıdır. Rusya, Yeniçeri Ocağı'nın lağvedilmesinden sadece 2 yıl sonra Osmanlı Devleti'ne savaş açar. Bu savaş sonucunda birçok toprak elden çıkar. Donanma büyük oranda kaybedilir. Aynı zamanda Arap Yarımadası'nda baş gösteren ayaklanma bastırılamaz ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istenir. Ayaklanmayı bastıran Kavalalı, kendisine verilen sözlerin tutulmamasını bahane ederek ordusuyla Kütahya önlerine kadar gelir. Yeniçeri Ocağını dağıtmış olan Padişah, Kavalalı'yı durdurmak ve muhtemel bir hanedan değişikliğini önlemek için çok hazin bir şekilde Rusya'dan yardım ister.

31 Mart Vakası

Rusya'nın etkisini kırmak için İngiltere ve Fransa devreye girer. Artık etkili bir ordusu olmayan Osmanlı, yenilenme çabalarının avuntusuyla dış güçlerin elinde oradan oraya savrulmakta, dönemin büyük güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya arasında sallanıp durmaktadır. Bu şekilde 1900'lü yıllara gelinir. 20. Yüzyılda da makus talih tekrar eder. Yeniçerilerin yerine ikame edilen ve yaklaşık 100 yıl boyunca farklı cephelerde yenilgi ve büyük kayıplarla da olsa tecrübe kazanan bir kadro, 31 Mart Vakası olarak adlandırılan ve dönemin hakim güçlerinin bir tezgahı olduğu bugün açıkça anlaşılan kanlı bir kumpasla yok edilir.

Ordu, alaylı - mektepli, dinci - laik kamplaşmalarının neticesinde kendi içinde birbirini kırar. Sonuçta binlerce tecrübeli subay ve asker ya öldürülür ya idam edilir ya da Ordu’dan uzaklaştırılır. O gün de tasfiye yapılırken; yine tarikatlar, şeyhler, derviş, vahdetiler, halkın nazarına verilir. Yapılanlar, kurulan hain bir kumpas sonucunda mazur gösterilerek, savaş tecrübesi olan kadrolar bir kez daha yok edilir.

31 Mart Vakasının arkasındaki sebep de yine iktidar hesapları ve silah kartelinin el değiştirmiş olmasıdır. Ordu'da hakim olmaya başlayan Alman ekolü kendisine yer açabilmek için mevcut kadroları tasfiye etmek istemektedir. Ne yazık ki tasfiye edilen kadroların yerine getirilen Alman-Prusya ekolüyle yetiştirilen genç subaylardan kurulu Ordu da, İttihat ve Terakki Partisi'nin yanlış politikalarına teşne olan ve komuta kademesini işgal eden bir grup adamın acemilikleri, hayalperestlikleri, hırsları ve siyasete bulaşarak birbirini rakip görmesi sonucunda ağır yenilgiler yaşar. Balkan Savaşlarında başlayan hezimetler zinciri Çanakkale'ye kadar birkaç cephe hariç Birinci Dünya Savaşı boyunca yenilgi yenilgi sürer ve Osmanlı Toprakları'nın kahir ekseriyetinin elden çıkması pahasına Ordu ve Zabitan heyeti savaş tecrübesi kazanır.

Mili Mücadele Dönemi ve Kurtuluş Savaşı

Mustafa Kemal'in liderliğindeki kadrolar, Milli Mücadeleyle kurtarılan bir avuç vatan toprağı üzerinde koskoca Osmanlı Devleti'nin bakiyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti'ni kurar. Kurulan bu yeni devletin kahraman ordusu da siyasi hesapların ve uluslararası silah kartelinin karşısında ancak 25 yıl dayanabilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, geçmiş dönemde Türk Ordusu'nun eğitiminin ve silah sistemlerinin belirleyicisi olan Alman Ekolü, daha modern silahlara sahip olan ABD ve müttefiklerine karşı mağlup olunca Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ekseni kaymaya başlar. ABD'ye yakınlaşmanın neticesinde, Marshall Yardımı, Kore Savaşı ve NATO'ya üyelikle devam eden sürecin sonucunda Adnan Menderes Hükümetleri döneminde Cumhuriyet'in kurucusu olan Türk Ordusu'nun milli ve bağımsız kalma taraftarı olan kadroları ardı ardına tasfiye edilir. Durum öyle bir hal alır ki devrin Başbakanı; "Gerekirse ben bu Ordu'yu Asteğmenlerle yönetirim" diyecek kadar gözünü karartır ve silah kartellerinin güdümünde Ordu’yu tasfiye etme projesini ne pahasına olursa olsun gerçekleştirir. 1950-2016 arasındaki yıllar, Ordu’nun iki büyük silah üreticisi olan ve dünyayı iki kutuplu kamplaşmalarla kolayca yönetilir hale getiren ABD ve Rusya arasında hangisi tarafından teçhiz edileceğine bağlı çatışmalar sebebiyle darbeler ve tasfiyelerle dolu bir dizi yıkım dönemine sahne olur. Neticede en büyük zararı yine Türk Milleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri görür.

Avrasyacı Ekol

1950'li yıllarda dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti ve Adnan Menderes'in tercihiyle ABD ve NATO'ya eklemlendirdiği ve bu ekole göre düzenlenen eğitim sistemiyle yetiştirilen kadrolardan oluşan TSK, 2000'li yılların başında yeni bir kırılma noktasına getirilmek istenir. ABD'nin artık kendi çıkarlarına hizmet etmediğini ve etmeyeceğini düşünen Avrasyacı ekip, Türkiye'nin yüzünü doğuya dönmesi gerektiğini yüksek sesle ifade etmeye başlar. Avrasyacı ekol, bugün değil, daha 2000'li yılların başında TSK ve siyasi iradeyi başta uzun menzilli hava savunma sistemleri, avcı uçakları, taarruz helikopterleri gibi büyük bütçeli silah sistemIerinin hangi ekolden temin edileceği noktasında baskı altına alma gayretinde olmuştur. Avrasyacılar çok iyi bilmektedirler ki söz konusu tercih sadece bir silah sisteminin alınması tercihi değil aynı zamanda ülkenin de siyasi ve askerî olarak nerede konumlanacağının belirleneceği bir tercih olacaktır.

Bu denklem içinde girilen 2000'li yılların ilk 7-8 yılında batı eksenli bir tercihle hareket eden siyasi irade, sonradan kumpas davaları diye özetlenen Balyoz, Ergenekon vb. süreçle TSK içindeki Avrasyacı diye bilinen kanadı tasfiye etmeye çalışmıştır. Ancak bu niyetle başlayan süreç, ihalelerden elde edilecek pay meseleleriyle, siyasi iradenin batı ekseninden kopuşuna yol açmış ve yeni istikamet Rusya ve doğu olarak belirmiştir. Başta tasfiye kararı verilen Avrasyacı kanatla tekrar işbirliği yapılma yoluna gidilmiştir. Çin'den uzun menzilli hava savunma füze alımı akamete uğrayınca, Avrasyacı kanadın inisiyatifi ile NATO'cu yaftası, “ki bu milli değerlerden uzak algısı oluşturmaya yönelik yapılan bir yaftalamadır", yapıştırılan milli hassasiyetleri yüksek kadrolara operasyon yapma ihtiyacı hasıl olmuştur. Fakat bu operasyonu hiçbir karanlık işe bulaşmamış, geçmişteki başarılarıyla temayüz etmiş bir kadroya karşı yapmak kolay değildir.

15 Temmuz Tasfiyesi

Bu kadro ancak Yeniçeri Ocağı’nın tasfiyesinde ve 31 Mart Vakası’ndaki gibi büyük bir ihanet resmi halkın nazarına verilerek yok edilebilecektir. Nitekim bu sefer de yine bir dini eksenli yapıyla mücadele kılıfına büründürülmüş "Hainler, Devlete sızmış, TSK'yı ele geçirmiş teröristler.” algısı kamuoyuna pompalanarak bu büyük tasfiye süreci gerçekleştirilmiştir. Bugün yaşadığımız tablo maalesef böyle bir sürecin neticesidir.

Süreç 200 yıl önceden başladı, bakın günümüzde birleşti. 15 Temmuz'la TSK iğdiş edilmiştir ve halen sürmekte olan ihraç ve tutuklamalarla bu süreç devam ettirilmektedir. Bugün değiştirilen sistemle birlikte TSK'nın kritik kadrolarına getirilen kifayetsiz muhterisler bu projenin taşeronluğunu kabul etmiş ve yapılanlara ortak olmuştur. Bugün yaşananların tarihsel perspektiften özeti budur.

Burada karşınızda bulunan ve Türkiye'nin birçok şehrinde 15 Temmuz'dan sonra TSK'dan uzaklaştırılan, cezaevlerine konulan TSK personelinin büyük çoğunluğu için söylüyorum. Kendim de dahil rahatlıkla söylüyorum ki bu kadar insan ne terörist, ne Avrasyacı, ne de kastedilen anlamda NATO’cudur. Vatanı ve milleti için hayatlarını hiçe saymak dahil her türlü fedakarlığı yapan, dürüst ve çalışkan vatan evlatlarıdır. Çok acıdır ki, son yıllarda izlenen politikaların sonucunda, onlar hainlikle suçlandığı gibi bugün ülke de, Batı ile Doğu arasında sallanıp duran, tepetaklak düşmek üzere olan bir pozisyonda bırakılmıştır.

Mahir Çetin

 

Kaynaklar
* Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/109 Esas sayılı dosyası kapsamında 13/03/2019-14/03/2019 tarihli duruşmalardaki Albay Muhsin Kutsi Barış’ın OBS ile kayıt edilen savunmasından alınmıştır.
* Kurmay Albay Muhsin Kutsi Barış, 15 Temmuz 2016 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı idi.