Cezaevinde Ölüm Haberi (4)
Gurbette babasını kaybeden bir arkadaşa başsağlığı dilerken bir anda cezaevi günlerine tekrar daldım. Orada alınan bu tür haberler ve yaşananlar gözümün önünden geçti. Gerçekten zor günlerdi. Belki de cezaevinde yaşanılan en sıkıntılı ve boğucu anlardı. Her faks gelişinde veya rutin olmayan mazgal açılışında bir an için dikkat kesilir ve gardiyanın bağıracağı hususa konsantre olurduk. Zira bir faks ile bir ölüm haberi bildirme veya gardiyanın bir arkadaşı çağırma ihtimali vardı. Bu noktada haklarını yemeyelim, gardiyanlar ölüm haberi verecekleri zaman ilgili kişinin adını bağırıp, mazgalın arkasına gelmesini isterlerdi. Ama haber verecekleri aşamada ise sakin ve kısık bir sesle ve “baş sağlığı” da dileyerek ölüm haberini verirlerdi.
Her an o korkuyla yaşardık desem abartmış olmam. Zira biliyorduk ki dışarıda bizlerin yapması gereken tüm işleri eşler yapıyordu. Ayrıca “başlarına neler gelebilir” kaygısı da vardı. İçerideyken ben böyle bir haber almadım. Ancak yurt dışındayken babamın vefatını yaşadım.
Cezaevinde birkaç kez ölüm haberi alan arkadaşa şahit oldum. O halleri unutmak pek mümkün değil. Gerçekten de zor anlardı. Tabi hemen hemen herkes, insan olma gereği kendi yakınıyla ilgili durumları göz önüne getirip, açığa vurmadan, böyle bir haber alma ihtimalini de düşünürdü. “Acaba burada o tür bir haberi alma durumu da olacak mı!” kaygısıyla baş etmeye çalışırdı.
Meşhur Temmuz ayındaki tutukluluğun ilk günlerinde iki haftada bir telefon görüşü oluyordu. Ayda bir ise kapalı görüş vardı. Yani iki hafta boyunca hiç kimseyle görüşme ve haber alma imkanı yoktu. Avukatlar ise henüz gelmeye başlamamışlardı. Zira ilk zamanlar bu tür davaları almaya çekinen avukatlar da vardı. Ancak çok önceden, sırf Ahmet Zeki Üçok’un asılsız iftiralarına karşı dava açma maksadıyla vekalet verdiğim avukatım ise bu tür şeyleri umursamadan rahat bir şekilde gelip gidiyordu. Onu da anmadan geçmek o değerli insana karşı saygısızlık olur.
Biraz zaman geçince Sincan T Tipinde, haber alma ve avukatların gelip gitmesi daha da kolaylaşmıştı. Ancak bu kolaylaşmanın bir de olumsuz yönü vardı. “Kötü haber tez gelir” misali bu tür haberleri almaya başladık. Bu haberler genelde avukat aracılıyla geliyordu. Nadiren de olsa faks çekmek suretiyle haber iletenler de vardı.
Bir gün yine bir haber geldi. Yaşça birçok kişiden büyük bir albayımızın babası vefat etmişti. Doğal olarak nasıl bir tepki vereceğini gözlemledik. Merdiven başında ve yerde serili yatağının üstünde oturarak, derin derin düşünmeye başladı. Tabi hep beraber giderek hemen başsağlığı diledik. Vefat edenin yaş durumunu ve definle kimlerin ilgilenebileceğini sorduk. Bir müddet yanında oturduktan sonra ayrıldık. Cenazesine gitmek istemedi. Zira gitme şekli hiç de kolay bir şekil değildi. Emekli olma seviyesine gelmiş albayı jandarma timi, kelepçeli olarak götürüp bir müddet cenaze başında bekletip geri getirecekti. İlk başlarda yalnızca cenaze defni için izin veriliyordu. Tabi herkes de bu manzaraya katlanamıyordu. Birçok akrabanın görünüşte samimi, içte ise farklı bakışlarıyla insanı süzmeleri ayrı bir keder durumuydu. Kendi aralarında acaba ne yorumlar yapıyorlardı!. “Gördün mü ?Biz de kendisini iyi bilirdik. Meğerse teröristmiş!” gibi konuştuklarını birçok arkadaş, yakınlarından öğrenmişti.
Evet, terörist olmayan insanların tam bir teröristmiş gibi teşhir edilmeleri de ayrı bir baskı unsuruydu. Bu durum o gün için görevlendirilen Jandarma Tim Komutanının tavrına göre de değişiyordu. Beraber kaldığım bir tutuklu arkadaşın annesi vefat ettiğinde eşi devreye girerek izin verilmesi yönünde gerekli işlemleri yaptırmıştı. Bu girişimler sonrasında cenaze törenine gitti. Cenaze töreni sonrasında da eve götürülerek bir iki saat kadar akrabalarıyla görüşmesine ve taziyeleri kabul etmesine imkan tanınmış. Döndüğünde neler yaşadığını anlattı. Bizler de böyle bir şey başımıza geldiğinde nelerle karşılaşacağımızı görme ve öğrenme maksadıyla bir kat daha can kulağıyla dinledik. O mevcut şartlar altında iyi sayılabilecek bir başsağlığı süreci yaşamıştı. Ancak “Çingeneyi padişah yapmışlar önce babasını kesmiş” misali, bazı jandarma astsubayları ise cenaze törenlerinde kelepçeleri açtırmadığı gibi, savcının izniyle cenaze evine götürüldüğünde de orada kelepçeli oturtarak, kimseyi de yanına yaklaştırmadan zulüm etmeye devem ediyorlardı. Bu tür örnekleri de çok duyduk. Bu tipler ise genelde “ezik” denebilecek kişilerdi.
Başka bir Albayın da babası vefat etmişti. O ise gitmeyi hiç düşünmedi. Kendisine “hocam gidecek misin?” diye sorduğumda verdiği cevap halen kulaklarımda çınlar; “Ya Cemil nasıl gideyim, bu yaşta, eller kelepçeli, giiit geeel, düşmanları da sevindirmemek” lazım mahiyetinde cevap verdi. Babası da çok yaşlıydı. Bu Albayım kelepçeli olarak bir yere gitmekten o kadar nefret ederdi ki zorunlu olmadığı müddetçe cezaevi dışına çıkmak istemezdi. Duruşma günlerinde, duruşmanın sıkıntıları yanında, kelepçeli götürülüp getirilmek kendisine daha fazla eziyet oluyordu. Her gelişinde “Allah bizi bunların elinden kurtarsın” diyerek dua ederdi. Sağlık sorunları da olmasına rağmen, sırf bu muamele nedeniyle hastaneye gitmek istemezdi.
Sabahları saat 10:00 civarı, Türk kahvesi yapıp, onun ranzasına gidip kahve içmek o şartlardaki zevklerimiz arasındaydı. Çok ümitli ve aynı zamanda çok dirayetli bir insandı.
Dış dünyadan haberdar olmak için gazete de alıyorduk. Başka cezaevlerindeki vefatları görmek ve okumak da aynı şekilde tesirliydi.
Çıktıktan sonra gördüğüm ve beni de en fazla etkileyen ölüm haberi Prof. Murat Şen’in kızının ölüm haberiydi.
Erzincan’da görev yaparken Hukuk Fakültesinde ikinci mastırı yapıyordum. Kendisi de İş Hukuku kürsüsünde doçentti. Nezaketli ve saygın bir kişi olarak kendisini tanıdım. Ders de almıştım. Yıllar sonra gazeteden böyle bir haber okuyunca bir an için kendisinin yerine kendimi koydum. “Ne acı, Allah’ım yardım et” demekten başka da elden bir şey gelmedi. Doktor olmuş kızı sabah nöbetten dönerken arabasıyla bir araca çarparak vefat etmişti. Bu haberle birlikte, onun da hapis olduğunu öğrenmiştim. Kızının mezarı başında kürekle toprak atarken eli kelepçeliydi. Yani yukarıda belirttiğim tiplerden bir tip, elinin kelepçesini açtırmamıştı.
Cenazelerin üzerine atılan yeşil örtünün üzerindeki metnin anlamını merak ederdim. Sonra birkaç yerde Türkçesini görüp mahiyetini öğrendim. Cezaevinde Kur’an Meali okurken bu ayete denk geldim. İnsanın zor ve sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman bu ayeti okuması tavsiye ediliyordu.
“Allahtan geldik, Allaha döneceğiz”
Ayrıca “her canlı ölümü tadacaktır” da yazıyordu. Bunları bilince ölüm musibeti de bir nebze olsun hafiflemiş oluyor.
Hakim Alb. Dr.Cemil Çelik
https://twitter.com/drcemilcelik_25?s=21&t=XcA9osk5NIXTuej0qvmRIg