17/25 Aralık Soruşturmaları İddia Edildiği Gibi Bir Darbe mi?
Son zamanlarda ortaya atılan iddia; 17/25 Aralık darbe girişimidir. Acaba bu iddia doğru mu? Hukuk bu konuda ne diyor? Herkesin anlayacağı bir şekilde konuya bakalım: Esasında bir ceza hukuku hocasının basitçe çözeceği bir problem. Hatta bana göre problem bile değil.
Ancak ceza hukuku hocaları topa girmediler ve girmiyorlar. Zira karşılarında bu işin failleri var. Bunlardan da korkuyorlar.
Ceza hukukçularından kimse bu işe girmediğine göre toplumun genelinin anlayacağı şekilde olayı çözmeye başlayalım: Öncelikle şunu belirtelim; suçun ve cezaların tarifi Türk Ceza Kanununda yapılmış. Bir eylem olduğunda eylem eğer suç ise suçun şekli Türk Ceza Kanununda yazılmış. Bu suçun nasıl soruşturulacağı ve failin nasıl muhakeme yapılacağı, cezanın nasıl verileceği de Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yazılmış. Kısaca söylemek gerekirse esası TCK, usulü ise CMK düzenlemiş.
Peki suç nedir, suçun soruşturulduğu usul nedir? Bunları ciltler dolusu kitaplarla anlatabiliriz. Ancak genelin anlayacağı şekilde şöyle anlatalım: Bir kere bir eylemin suç olması için hareketin/fiilin TCK’da yazması gerekir. Darbe suçunda fiil TCK’nın 309. Maddesinde açık olarak yazılmış.
Peki Hükümeti devirmek(m.312), Meclisi işlemez hale getirmek veya Yasama Organını işlemez hale getirmek(m.311) veya Anayasayı ihlal etmek (m.309) hangi yollarla olmalı. Öncelikle şunu başta belirtelim; hukuka uygun bir eylem ile Hükümet devrilmeye çalışılırsa, bu suç olmaz. Yani seçimler yapılıp, seçimler sonucu bir parti kaybederse, buna darbe denmez. Bu durum herkesin malumudur.
Peki bir savcı, kendi elindeki yasal imkanları kullanıp, bir soruşturmaya başlıyor ise buna darbe denebilir mi? Veya hangi aşamada bu eylem darbe suçunu oluşturur? Bu soruya üç ihtimali düşünerek cevap verelim.
Birincisi; Savcı tüm delilleri kendisi veya polis ile birlikte uydurdu; sonra kendine tanınan yetkiler çerçevesinde soruşturmayı başlattı. Bu durumda darbe suçu oluşur mu? Mümkün değil. Zira darbe suçunun oluşabilmesi için “Cebir ve şiddet” unsurlarının olması gerekir. Savcının ise böyle bir imkanı zaten yoktur. Ancak polisler doğrudan mahalle gidip, silah zoruyla kişileri gözaltına alıp, sonra hükümetin düşmesini sağlamış iseler, polisler açısından darbe suçu, savcı açısından da darbeye azmettirme suçu oluşabilir. Tabi başta belirttiğim gibi bunun için tüm delilerin uydurma/sahte olması gerekir. Kısaca bu ihtimalde savcılar darbe suçunun faili olabilirler diyebiliriz.
İkincisi, Savcı elinde gerekli deliller olmasına rağmen, bir bakanla ilgili soruşturmaya başlamayıp, birkaç bakanı veya Başbakanı da içine alacak şekilde deliller bulmak istiyor ve bu minvalde soruşturmayı geciktiriyor ise o zaman ne olur? Savcının görevini kötüye kullanmasından bahsedilir ve TCK’nın 257. maddesindeki suç devreye girer. Müfettişler tarafından Savcıya “Niye elindeki yetkiyi zamanında kullanmadın da bekletip, diğer bakanları içine alacak şekilde işe başladın” sorusu sorulur. Bu soruya savcının verebileceği cevap ise; “deliller yeterliydi ama, dosyadan başka kişilerin de irtibatını görünce, dosyanın tamamlanmasını, tüm suçluların ortaya çıkmasını bekledim. Bu nedenle soruşturmayı başlatmadım” şeklinde olabilir. Bu savunma müfettişlerce değerlendirilir. Savcının iddiasının doğru olması halinde ise işlem yapılamasına gerek olmadığına karar verilir. O zaman Savcı görevine devam eder.
Üçüncüsü; Savcı elindeki delilleri değerlendirdikten sonra hemen soruşturmaya başlar ve yalnızca para kasaları olan ve başka ülke kaynaklı bir kişiden alınan rüşvete ilişkin soruşturmaya başlar. Bu yönteme kimse bir şey diyemez. Peki bu yöntem kullanılınca sonuç ne olur? Adalet Bakanlığı hemen devreye girer. Müfettiş görevlendirir. Bakan hakkında bu şekilde soruşturma yapamazsın der. Savcıyı görevden aldırır. Göze batmaması için Savcıyı da ilk kararnamede kötü bir yere tayin ettirir. Ancak Savcı artık hedeftir. Başka suçlar bulup üzerine devamlı yürünür. Tabi bunlar en basit olanlardır.
Şimdi bu üç ihtimali göz önüne alarak olayı değerlendirelim: Soruşturmalar sonrası ses kayıtlarının doğru olduğu yönünde bir çok iddia gündeme geldi. Erdoğan Bayraktar açık olarak kendisiyle ilgili bölümlerin doğru olduğunu söyledi.
https://www.patreon.com/posts/57676870
Ana Muhalefet Partisi kayıtların hepsinin doğru olduğunu söyledi. Bununla da yetinmedi. Uluslararası bir laboratuvardan raporlar aldı. Ses kayıtlarında manipüle olmadığını ortaya koydu ve bunu kamuoyuna açıkladı. Ayrıca ses kayıtlarında bahsedilen bazı yerlerde villalar alındığı, yani paraların sıfırlanmaya çalışıldığı anlaşıldı.
Bu durum yukarıdaki ihtimallerden hangisine girer? Bir kere birincisine girmediği kesin. Siz de öyle cevap verdiniz. Demek ki ortada daha başta darbe suçuna ilişkin eylem bulunmamaktadır. Bu durumda 17/25’deki soruşturmalardan darbe diye söz edebilir miyiz? Mümkün değil.
Tabii savunma hakkı gereği bakanlar, onların işbirlikçileri, onların yanında yer alanlar “darbe” diyeceklerdir. Zira başka türlü bir savunma kendilerini kurtaramayacaktır. Başka türlü bir savunmaya girdiklerinde hemen ses kayıtlarının doğru olup olmadığı gündeme gelecektir.
Peki ortada darbe yok ise savcıların yaptığı soruşturmanın mahiyeti nedir? Bu aşamadan sonra cevap çok da önem arz etmemektedir. Zira savcıların işlemiş olabilecekleri suç en fazla görevi kötüye kullanmak olacaktır? Niye tek tek yapmadınız da toplu soruşturma yaptınız sorusuna verilecek cevap ise örgütlü suçlarda olayın tam anlamıyla çözülmesi ve tüm şüphelilerin ortaya çıkması için delilerin tamamen toplanmasını bekledik şeklinde olabilir. Bana göre olması gereken soruşturma da budur.
Şimdi bu olaydan bazı çıkarımlar yapalım;
Birinci durum; bana göre, bu olaylarla ilgisi olmayıp da bu soruşturmalara darbe diyen elit kesimin büyük ihtimal bu tür suçlarla bağlantısı vardır. Yok ise o zaman bu işlerden muhakkak nemalanıyorlardır. Alt tabakadan olanlar ise din ve dini değerler ile aldatılmışlardır. Onlar da şimdilerde gerçekleri görmeye başlamışlardır.
İkinci durum; deliller uydurulmadıysa hiçbir savcılık soruşturması darbe olarak nitelendirilemez.
Üçüncü durum; 17/25’de yapılan soruşturmalar yeterince destek görseydi, bugün Türkiye’nin yaşadığı ekonomik buhran/kriz yaşanmayacaktı. Zira bir liralık malı üç liraya yapan, aradaki iki lirayı müteahhitle kırışan, ihtiyaç olmadığı halde küçük illere havaalanı yapıp akla ve mantığa uymayan yolcu garantileri veren bir iktidar ve Milletin a….koyan müteahhitler olmayacaktı. Ülkede bu kriz de yaşanmayacaktı.
Sonuç; 17/25’de iyi veya kötü, doğru veya yanlış ama gerçek deliller üzerinden yürüyen soruşturmalar vardı. Darbe demek mümkün değildir. O dönem, savcıların/hâkimlerin yanında değilde hırsızlığın/yağmanın yanında yer alanlar maalesef yaşanan krizin de failleridir.
Hakim Alb. Dr. Cemil Çelik