Sahte Kahramanlar ve Gerçek Mağdurlar

Sahte Kahramanlar ve Gerçek Mağdurlar
14/03/2022

Hem Müşteki, Hem Müdahil, Hem Bilirkişi Olunabilir mi?

Farklı Kaynaklardan basın yayın organlarını, özellikle de sosyal medyayı takip eden herkes hatırlayacaktır. 15 Temmuz’un kahraman (!) sembol isimlerinden birisi idi Şerife Boz. Herkes onu 15 Temmuz gecesi Taksim'e kamyonuyla insanları taşıyan kişi, adeta bir “Nene Hatun” olarak tanımıştı. Daha sonra Şerife Boz’un araç sürmeyi bilmediği, sürücü koltuğuna sadece fotoğraf çektirmek için geçtiği, üstelik fotoğrafın 15 Temmuz'da değil 16 Temmuz'da çekildiği fotoğrafı çeken muhabir tarafından açıklandı.

Şerife Boz 15 Temmuz olayının sahte kahramanlarından sadece birisi idi. İsmi onun kadar ön plana çıkmayan ama bu tiyatroda ‘’mağdur kahraman’’ rolüne bürünerek devlet imkanları pastasından bir parça kapmaya çalışan o kadar çok insan varmış ki. Bunların bazıları 15 Temmuz Genelkurmay Davasında yargılanan Kurmay Yarbay Recep Özkan’ın davasında karşımıza çıkıyor.

Peki bu şahıslar ile Yarbay Recep Özkan’ın ne bağlantısı var?

Yarbay Recep Özkan’a yönelik savcılık makamının suçlamalarından birisi 10 kişiyi kasten öldürmek, 45 kişiyi kasten adam öldürmeye teşebbüsle yaralamak. Ve Recep Özkan’ın davasındaki sözde deliller ne? Tanık ve müdahil ifadeleri, bilirkişi heyet raporu ve bu heyetin raporunu dayandırdığı esas kaynaklardan birisi olan Genelkurmay görüntü kayıtları. İşte bu noktada karşımıza sahte sahte kahramanlar ve bu sahte kahramanların hayatlarını kararttığı gerçek mağdur insanlar çıkıyor karşımıza.

Kanunda açıkça ifade edildiği üzere, suçtan zarar görmüş bir davanın müştekisi veya müdahili olmuş olan kurumlar ve onların çalışanları, o davalarda bilirkişilik yapamazlar. Bu davada ise; bu kanun hiç dikkate alınmamış ve müşteki ve müdahil olan üç kurum birden bilirkişilik yapmıştır.

Bunlardan birincisi Genelkurmay Başkanlığıdır. Genelkurmay Başkanı ve Karargâh ve Karargâhta çalışanların tamamının amiri olan II. Başkan başta olmak üzere çok sayıda General ve Amiral bu davada müşteki ve müdahil konumundadır.

İkinci kurum Emniyet Genel Müdürlüğüdür. Emniyet Genel Müdürlüğünün Recep Özkan hakkında iki tane tazminat davası vardır ve Recep Özkan’ın yargılandığı Genelkurmay Davasının da tarafıdır. Recep Özkan gözaltında iken, bu kurumun çalışanı olan işkenceciler tarafından 8 gün süreyle işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır.

Üçüncü kurum: Türkiye Radyo Televizyon Kurumudur. TRT bu dava ile ilgili olarak 15 Temmuz 2016’dan beri, Erdoğan rejimi tarafından masumiyet karinesini hiçe sayan yayınlar yapan bir propaganda aracı haline dönüştürülmüştür.

Bu üç kurumun içerisinden seçilen kişilerin oluşturduğu bilirkişi heyetinin tarafsız olması, amirlerinin direktiflerinin aksine bir sonuç raporu yazması mümkün mü? Bırakın devletin yargı makamları tarafından görülen bir davayı, bir köyde iki aile arasında çıkan anlaşmazlıkta bile hakem/bilirkişi heyeti başka ailelerin üyelerinden seçilir. Ama devletin bağımsız yargı organlarının kararına esas teşkil edecek bir raporu hazırlayan bu heyet davanın tarafı olan kurumların üyelerinden oluşuyor.

Tabi ki bu heyet tarafsız bir rapor hazırlamıyor. Ne yapıyor bu heyet?

 

8 Saatlik Görüntünün Sadece İki Saati Delil Dosyasına Alınmış – 6 Saatlik Görüntü Yok !

Önemli ve dikkat çekici olan sadece birkaç örnek vermek gerekirse; Genelkurmay Başkanlığı karargahında ve çevresinde yaşanan olayların yer aldığı kamera görüntülerini kesip birleştirerek kendi işlerine yarayacak yani iddialarını ispatlayacak şekle getiriyorlar. Yani montaj yapıyorlar.

Örneğin; KALE-1 olarak adlandırılan, komuta katının üç ana giriş kapısından birinin üzerindeki kameradır. Bu kameranın olayların en yoğun olarak yaşandığı 15 Temmuz 2016 aksamı saat 21.20’den yani Özel Kuvvetlerin içeri girdiği dakikadan sabah 05.27’ye kadar olan 8 saatten daha uzun olan zaman dilimine ait olan görüntünün sadece 1 saat 56 dakikası delil dosyasına alınmış. 

İki kişinin ölümü ile onlarca sanığın suçlandığı bu görüntülerin 6 saatten daha uzun bir bölümü eksik.

Diğer dikkat çeken bir delil çalışması kimlik tespitleri. Kimlik tespitleri objektif ve bilimsel yöntem ve ölçülerle değil, “olsa olsa” yöntemiyle, şahısların tanındığı kadarıyla ve tahmine dayalı olarak yapılmış.

Bazı görüntülerde, karanlıkta, 150 metre mesafede, tankların, heykellerin arkasında hareket eden bir nesne güçlükle seçilmekteyken üzerine hemen bir etiket yapıştırılıp şahsın ismi yazıldığı halde, kameralara neredeyse biometrik resim vermiş olan ve ancak bu davada sanık olmayan bazı imtiyazlılar ise teşhis edilememiş ve kafalarının üzerine iki tane soru işareti konmuş.

Şimdi bu heyetin (sahte) kahramanına bakalım.

 

Sistematik İşkencede Adı Geçen Kişi İdari Tahkikat Raporu Hazırlıyor !

Albay Oğuz Tozak:

Genelkurmay Karargâhında yapılan sistematik işkencelerin ve yasa dışı sorguların faili olduğu çok sayıdaki işkence maruzu ve mağduru sanığı mahkemede verdiği ifadeler ile sabit olan bu şahıs, bu üstün işkence performansı ve kanunsuzluğa olan koşulsuz sadakatinin ardından Tuğgeneralliğe terfi ettirilmiş ve daha önce ihdas edilmemiş olan Özel Kuvvetler Komutanlığı Yardımcılığına atanmıştır. 

Tanıklar ittifakla kamera kayıtlarını Savcıya değil, Albay Oğuz Tozak’a teslim ettiklerini söylemektedirler. Başlangıçta kamera kayıtlarının yerlerini tespit eden Siber Suçlarla Mücadele Şube'de görevli olan polis memuru, arada sırada Oğuz Tozak’tan bilgi alarak Cumhuriyet Savcısına aktardığını, yedeklemenin tamamen Oğuz Tozak ve Alaettin Daşdemir’in de içinde olduğu asker personel nezaretinde ve kontrolünde yapıldığını söylüyor. İdari tahkikat raporunun F-5 sayfasında şöyle bir ifade var: “Görüntülerin ilk incelemesi Albay Oğuz Tozak emir komutasındaki iki subay tarafından yapılmıştır.”

Yani, hard diskler, yetkisiz kişilerce (sanıklara işkence yaptığı birçok ifade de sabit olan) sökülmüş, taşınmış, kopyalanmış ve izlenmiştir. Manipülasyona maruz kalmış olması kuvvetle muhtemeldir ve bu yönüyle şüpheden uzak bir delil değildir. Delil evsafına haiz değildir.

 

Kendi Silahından Çıkan Merminin Sekmesi Sonucu Öldü!

Bando Başçavuş Ziya İlhan Dağdaş isimli şahıs 15 Temmuz akşamı kendi kullandığı silahtan çıkan merminin tanktan sekmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Ancak Yb. Recep Özkan bu kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor. Hayatını kaybetmiş olan kişinin geride kalanlarını incitmemek adına konunun ayrıntılarına girmeden ve herhangi bir yorum yapmadan sadece bu kadarı ile yetinip bu davaların ne kadar hukuki ve objektif olduğunu sizlere bırakıyoruz.

Recep Özkan’ın dava dosyasında yer alan 12 maktulün ölümleri ayrı bir yazının konusu olabilir. Konuyu dağıtmamak için bu konu ile ilgili şimdilik sadece şunu yazmakla yetineceğiz. Bir saç kılından, ayakkabı numarasından, deri parçasından dahi katile ulaşmanın mümkün olduğu günümüzün adli tıp imkanlarında, bu kişilerin ölümleri ile ilgili bir inceleme yapmaya gerek görülmemiş?

 

Yaralandığı İddia Edilenlerin Bir Kısmı Gerçekte Neden Yaralandı?

Tekrar Yarbay Recep Özkan’ın davasına dönersek: Recep Özkan’ın kasten adam öldürmek teşebbüs ile yaralanmasına sebep olduğu iddia edilen 45 kişiden bazılarının hikayesi kısaca şöyle:

1. Yahya Kemal Macit:

11 Ağustos 2016 tarihindeki ifadesinde, “Genelkurmay Başkanlığının içinden ateş edildiğini, sol göğsünden yaralanarak Yüksek İhtisas Hastanesine gittiğini, hastane yoğun olduğu için film çekilemediğini, sabah olunca evine gittiğini, iki gün sonra göğsüne pansuman yaparken acı hissettiğini, ayni hastaneye giderek film çekildiğini, çekilen filmde mermi olduğunun anlaşıldığını, merminin çıkarıldığını ancak; merminin hastanede kaldığını” söylüyor.

2. İbrahim Engeloğlu :

Olaydan iki buçuk ay sonra 28 Eylül 2016 tarihinde verdiği ifadesinde;

“Havadan helikopter ile yoğun bir şekilde ateş ediliyordu. Siper aldığım sırada sol kolumdan vuruldum.” demiştir. Adli Tıp Kurumunun 10 Ekim tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği rapor da şahsın bu beyanını teyit etmektedir. Ancak bir buçuk yıl sonra, 14 Şubat 2018 tarihinde mahkemedeki beyanında ise “Helikopter demedim. Helikopterden gelseydi kolum kopardı zaten. Ateşin nereden geldiğini bilmiyorum.” diyerek bir ifade değişikliği yapmaya çalışıyor.

3. İbrahim Emrebaş :

15 Temmuz gecesi Meclis Kavşağındaki köprüden aşağı düşerek yaralandığını, sabah saatlerine kadar gösteriye katılmaya devam ettiğini, eve gelince ağrılarının arttığını, evde 15 gün yattığını, sonra Lokman Hekim Hastanesine gittiğini, tedavi olduktan sonra da şikâyette bulunduğunu” beyan etmiştir.

Lokman Hekim Hastanesinde yapılan muayene sonucunda, herhangi bir film, MR vs. çekilmeden, “belindeki L1, L4, L5 omurlarında hassasiyet olduğu” raporu verilmiştir. Ancak bu şahsın beyanından başka, hikayesini destekleyen hiçbir delil yoktur. Ateşli silah yaralanması olmadığı sabittir. 15 Temmuz gecesinde Genelkurmay Başkanlığı civarında, hatta sokakta olduğunun bile kanıtı yoktur.

4. Osman Selvi :

Mağdurun 05 Ağustos 2016 tarihli ifadesinde çok fazla cesaret ve kahramanlık hikayesi bulunmaktadır. Sıhhiye’de tankları ve askerli teslim almaya çalıştığını, Kızılay’da polisleri aralarına alarak onları koruduğunu, Helikopterlerin Meclis’e bomba atması esnasında orada olmasına rağmen kurtulduğunu, Genelkurmay Başkanlığı içerisinden kendisine ateş açılmasına rağmen kurtulduğunu, oradaki yaralılara yardımcı olduğunu iddia etmiştir. Fakat son olarak, bir aracın kapısını açmaya çalışırken, üzerine gelen bir parça ile burnunun üstündeki derinin biraz açıldığını ve kanadığını söylemiştir.

Buna benzer daha birçok yalan ifade ve sahte kahramanlık hikayesi var. Hepsini yazmaya kalksak bu yazının sonu gelmez.

Ama bunları sormayan hakimlerin yerine biz soralım.

1. Sol göğsünden yani kalbinin olduğu yerden mermi ile yaralanan bir insanın hastane yoğun olduğu için film çektirmeden evine gitmesi, bu yara ile yaşaması, kendine pansuman yapması ve vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğinin hastanede kalması mümkün müdür?

2. Helikopterden açılan ateşle yaralanan İbrahim Engeloğlu ile, köprüden düşerek (eğer gerçek ise ve gerçek olsa bile) belini inciten İbrahim Emrebaş ile, bir aracın kapısını açmaya çalışırken burnundan yaralan Osman Selvi ile Yarbay Recep Özkan arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir ? Bu şahısların yaralanmasından nasıl sorumlu tutulabilir ve suçlanabilir?

Buradaki çelişki ve saçmalıkları görmek için hukukçu olmaya gerek yok sanırım. Maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca bunların hepsi normal oluyor tabi ki.

 

Son söz:

Birileri için ‘’Allah’ın bir lütfu’’ olarak görülen 15 Temmuz; Şerife Boz gibi şaklaban, riyakâr ve din sömürücülerini, Albay Oğuz Tozak gibi işkencecileri kahraman olarak lanse etti.

Bu kahramanlar da onların kahramanlıkları da sahte. Ama maalesef bütün mağduriyetler gerçek.

Evrensel hukuka gönülden bağlı, vicdanı ile kara veren, siyasetin kölesi olmayan, suçlunun değil sonuna kadar masumiyetin arandığı hakimlerin ve mahkemelerin gerçek olduğu bir Türkiye sabahına uyanmak umuduyla...